Vampir Şövalye


Ürkütücü başlamıştı...

Bir okul ortamı düşünün, adı Cross Akademisi olsun. Gündüzün örgün eğitiminin yanısıra gece sınıfları yer alsın bu okulda. Gündüz seansında sıradan gençlere, geceleri ise her daim genç görünen vampirlere uygulanan müfredatı ekleyelim kurguya. Okulun misyonu için de 'besin zincirinde av ve avcı durumundaki vampirlerin ve insanların aslında birarada da yaşayabileceğini kanıtlamak' densin. Yalnız bu genç insanlar vampirlerle aynı ortamı paylaştıklarından (ve dolayısıyla bu ulvi misyondan ve tehlikeden) bihaber olsunlar ve müthiş çekici görünen bu vampirlere ondört yaş seviyesinde ortaya çıkan o klasik hayranlık, aşk ve orta seviye tutku üçgeninde bir tavır sergilesinler. Yakışıklı bir vampir gördüklerinde dibi düşme durumu diyelim biz buna. Bu iki grubun birbiriyle temasını engellemeye çalışan ve vampirlerle ilgili bilinç düzeyi oldukça yüksek iki de yönetim temsilcisiyle, Yuki Cross ve Zero Kiryu ile, girizgah atmosferini tamamlayayım.

Hakikaten ürkütücü...

Ortayaşlarına adım atmış gayet maço 😲 bir çizgiroman okurunu korkutmak için yetmez mi bol bol yakışıklı karakterin ‘pin-up’larını görmek? Yetmez mi havalı erkeklerle karşılaşınca görünce ayılıp bayılan aklı bir karış havada kızların panellerini takip etmek? İnanın hiç kolay başlamadı, ‘Ben ne yapıyorum, niye elimde bir Vampire Knight cildi var şu anda?’ sorularını sürekli sordum kendime. Sağımdan Superior Spiderman, solumdan Mister No’nun final hikayesi göz kırpıp durdu. Ama yılmadım, yoğun alaylara direndim, pes etmedim...



Ve ondokuz sayı süren Vampir Şövalye hikayesini nihayetlendirdim birkaç gün önce. Pişman değilim, yer yer keyif (hatta gayet keyif) dahi aldım okuduklarımdan. Vampire Knight, shojo yani kız mangası olarak sınıflandırılmasına rağmen türe yakışan aşk üçgeninden ibaret olmayıp neden - sonuç ilişkileri içerisinde sürekli ilerleyen bir konuya ve tatmin edici açıklamalara, karakterler özelinde anlaşılabilir - açıklanabilir motivasyonlara ve yoğun şiddet içeriğine sahip bir çizgiroman. Evet belki ilk birkaç sayı 'Ben ne okuyorum yahu!' sorularıyla geçiyor ama sonrasında açılan ve farklılaşan konuyla birlikte neredeyse ilgi çekici ve sürükleyici bir hikayeye dönüşüyor. 'Shojo'ya örnek olarak gösterilen Sailor Moon'u animesinden hatırlıyorum da ondan bayağı farklı Vampire Knight. Göstermelik, komik şiddet yok bu sayfalarda. Oldukça kanlısından, can alma da var, can verme de. Sadece kızlara hitabeden bir manga olmak için biraz fazla ağır bana kalırsa.

Serinin yaratıcısı Matsuri Hino ise hikayesinin nasıl ve neden bu kadar başarılı olduğunu anlayamamış bir mangaka adeta. Ya da Japon kültürüne özgü o tevazuyu gösteriyor, emin olamıyorum. Hino’nun yüz çizimi konusunda değişmeyen bir ezberi var. Yapabildiği o hep aynı erkek yüz hatlarının ve sadece tek model saç kesmeyi bilen berber misali havalı olsun diye bir sürü erkek karakterde saçlara verdiği aynı şeklin bendeki yansıması da ‘Bu şimdi hangi karakter, o mu yoksa şu mu? Yüzden çıkaramadım, kıyafete bakayım bari!’ refleksi oldu. Ve iletişim konusunda olağanüstü yeteneksiz olduğunu ispatladığı okurla diyalog kenarları (evet hakikaten böyle sayfa kenarları da var her bölümde) Matsuri Hino ile ilgili olarak aklımda kalacaklardan...

Son olarak da Matsuri Hino’nun kadın bir mangaka olduğunu belirteyim... Seksist bir tutum değil benimkisi; erkek egemen bir mecrada kendini ispatlamış, başarılı bir kadının bilinmesi gerektiğini düşündüğümden...


Yorumlar

  1. Çok eğlenerek okudum yazını Pizagor. Ve ÇR ilgimi çekti. İlk denk düştüğüm kitapçıda bakacağım. Hino’nun yüz çizimi konusunda değişmeyen bir ezberi düşündürdü bi beni... Balık hafızalıyım zaten. Karıştırıveririm herkesi:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sizde kesinlikle bir mangaka potansiyeli var öyleyse Hayal Kahvem :)

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mutantın Alpha’sı, Gamma’sı, Omega’sı...

Nils Holgersson ve Morton: Sapasağlam Bir Çocukluk Nostaljisi...

Clone...